Salı, Şubat 28, 2006



ŞAHANE FİKİR (Peki Ya Suda Dergi Satmak?)

Hazır sudan başlamışken aynen devam edelim.

www.farketing.com sitesinde rastladığım bu fikir bence daha da şahane...

Bildiğimiz klasik dergilerin pabucu dama atılıyor çünkü Avustralya’lı Joanna Wojatik bundan iki yıl önce üniversitede öğrenciyken yepyeni bir fikir geliştirdi.

Fikir aslında yine çok basit. Çok küçük dergiler hazırlayıp (A7 -74 x 105 mm), bunları su ve meşrubat şişelerinin üzerine yapıştırarak dağıtmak.

Fikrin ilk uygulayıcısı Avustralya’lı bir kadın dergisi olmuş: “iLove”. iLove su şişelerinin üzerinde dağıtılacak. Derginin iLove’n daha önce hiç bir derginin ulaşamadığı satış rakamlarına ulaşacağı tahmin ediliyor.

İncelediğim kaynaklar bu yeni dergi çeşidinin basın endüstrisinde bir devrim yaratacağını iddia ediyorlar. iLove reklamverenlerin de ilgisine epeyce mahsar olmuş. Herkes bu yepyeni medyanın peşinde koşuyor gibi.

Fikrin patentini satın alan grup daha sonra çocuklara ve erkeklere yönelik şişeye yapıştırılan dergiler de yayımlanacakmış.

Ne diyelim? Elalem sudan işlerden bayağı iyi para kazanacakmış gbi gözüküyor...



ŞAHANE FİKİR (Suya Reklam Almak?)

Herhalde “su” olabilecek en emtialaşmış üründür. Fiyat dışında hiç bir rekabet unsuru olmayan, markalaşmanın ve fark hissettirmenin en güç olduğu ürünlerden birisi...

Peki ya sattığınız su şişelerinin üzerine reklam alarak ve de hem cooleri, hem de suyu bedavaya, evet yanlış okumadınız, bedavaya vererek para kazanmaya ne dersiniz?

ABD’li AquaCell firmasının şahane fikri su coolerlarını mağazalarda birer billboard’a dönüştürmek olmuş.

Sistemin işleyişi çok basit aslında.

Diyelim ki bir mağaza sahibisiniz. AquaCell su coolerını bedava kullanımınıza veriyor. Tek koşulu dispanserin üzerine reklam almasına izin vermeniz. Böylece hem size mağazada müşterilerinize bedavaya soğuk su vermiş oluyorsunuz, hem AquaCell müşterilerinizin en memnun olduğu anlarda onları reklamları ile buluşturuyor.

“Su cooler bilboardları”ndaki reklamların, ürün satışlarına etkisi de bir hayli yüksek olmuş bu arada. Şirket yetkilileri “Dove” markalı ürünlerde yapılan testelerde %32’ye yakın satış artışı gözlemlemişler.

Şu anda ABD’de 1300 su dispenseri billboard bulunuyor. Rakamların önümüzdeki yıllarda hızla artması bekleniyor.

Pazartesi, Şubat 27, 2006




KASLARIMIZI GÜÇLENDİRELİM (Henry Ford : “Eğer müşterilerime ne dilediklerini sorsaydım, daha hızlı bir at isterledi”)

Bize hep müşterilerimizi iyi dinlememiz öğütlendi... Hep dinleme becerilerimizi geliştirmemiz gerektiği vurgulandı... Müşteri ihtiyaçlarını tam olarak anlamanın önemi övüle övüle bitirilemedi...

Peki sizce Walkman devasa müzik setlerinin fanatik müşterilerinin isteklerinden yola çıkılarak mı tasarlandı?.. (Ya da i-pod?..)

Sorsanız insanlar Google’da arama yapmanın bir gün hayatlarının vazgeçilmez bir parçasını olacağını söylerler miydi bundan çok değil 4-5 yıl öncesinde?.. (Bir hafta Google’a girmediğiniz oldu mu son bir yıldır?..)

Strarbucks’dan frappucino içmenin güne başlamak için en iyi yol olacağını biliyor muydu tüketiciler, farkındalar mıydı böyle bir ihtiyacın? (Sanki Frapuccino ne demek biliyorlar mıydı?..)

Sanırım şu müşterileri dinleme işini biraz fazla abarttık...

Abartıyoruz...

Müşterilerimiz gelecekle ilgili hayaller kuramazlar...

Tanımadıkları ürünleri isteyemezler...

Farkında olmadıkları ihtiyaçlarını anlatamazlar...

Bilmedikleri teknolojileri arzulayamazlar...

Evet müşterilerimizi dinlemek de innovasyonun bir parçasıdır. En azından bazen... Ama lütfen abartmayalım!

Bazen müşterileri dinlememek de innovasyona iyi gelir. Hatta daha bile iyi gelir... Önümüzdeki günlerde size bazı örneklerini anlatacağım.

Şimdilik Henry Ford’un sözleri kulağınıza küpe olsun :: “Eğer müşterilerime ne dilediklerini sorsaydım, daha hızlı bir at isterledi”

ŞAHANE FİKİR (Kim demiş Almanlar yaratıcı olmaz diye?)

Size Almanya’daki bir kafe zincirinin, ülkenin tamamında bir yılda satılan teleskop miktarından daha fazlasını sadece bir hafta içerisinde sattı desem tepkiniz ne olur?

Starbucks’un kahveye ve kafe işletmeciliğine getirdiği yenilikler malum. Peki ya teleskop gibi akla gelmeyecek bir ürünün satışında bu sıradışı rakkamı yakalayan Alman kafe zinciri Tchibo’ya ne demeli?

Tchibo, kafe konseptini kahve içilip tatlı sohbetlerin yapıldığı bir mekan olmanın çok ötesine taşıyor. Her hafta satışa sunulan TCM marka özel temalı ürünleriyle tüketicinin mutlaka dükkanlara uğranması sağlanıyor. Üstelik bu ürünlerin kahveyle de hiç ilgisi yok.

Tchibo satınalmacıları dünyadaki trendleri takip ediyor ve tüketicinin nelere talep gösterebileceğini tahmin ediyorlar. Sonuçta ütüden, bisiklete, spor malzemelerinden, iç çamaşırına, tabak-çanaktan, mp3 çalarlara kadar her çeşitten ürün kafelerde sadece bir hafta için satışa çıkıyor.

Ürünlerin fiyatları çok iyi ve tasarımları çok çarpıcı/çekici oluyor. Üstelik hepsinde Tchibo garantisi geçerli. Böylece Tchibo hem mağazalarını müşteriler açısından heyecanlı “haftalık deneyim noktaları” haline getiriyor, hem de kafecilikle mağazacılığı bir arada yaparak kendi mavi okyanusunu yaratıyor.

4 milyar Euro’ya yaklaşan cirosuyla hiç de fena bir performans göstermiyor Tchibo.

Pazar, Şubat 26, 2006


KASLARIMIZI GÜÇLENDİRELİM: BİLL GATES'in YILLIK INNOVASYON RİTÜELİ

Dünyanın en innovatif firmalarından birisi olan Microsoft’un kurucusu Bill Gates’in “yıllık innovasyon ritüeli”, liderlerin yenilikçiliği kurumların temel gündemi haline nasıl dönüştürebilecekleri konusunda muhteşem bir örnek.

Gates her yılın belirli bir döneminde San Juan Adalarındaki gözlerden ırak sığınağına çekiliyor ve burada harcadığı zaman boyunca kendisini tamamen Microsoft için bir sonraki “innovasyon”un ne olabileceğine odaklıyor.

Multi-milyarder iş adamı bu kısa inzivası sırasında Microsoft çalışanlarından maille gelecek her türlü yeni ürün veya hizmet fikrine tamamen açık. Hatta Gates çalışanlardan gelecek tüm innovasyon önerilerini bizzat inceleyeceğine garanti veriyor. Gelen önerilerden başarı şansı yüksek olanlar daha sonra Microsoft’un geliştirme programına alınıyor...

Bugün 300 Milyar dolarlık değere ulaşan Microsoft’un başarısında, kurucusunun innovasyona bu kadar net bir öncelik tanımasının etkisi bence tartışılmaz.

Darısı Türk iş adamlarının ve liderlerinin başına.

Cuma, Şubat 24, 2006


ŞAHANE FİKİR (Şık Tutumlulardan Para Kazanmanın Yolları-1)

Düşük gelirli müşteri segmentlerinde innovatif iş modelleri ile para kazanma trendi konusunda yazmaya devam edeceğim. Yalnız bu kez hedef kitlemiz fakirler değil. Nispeten daha yüksek gelir gruplarına dahil ancak lükse para harcamaya imkanları ya da cömertlikleri (!) izin vermeyen tüketiciler...

Hedef kitlemizdeki insanlar akıllı alışverişin peşindeler. Alımlarında anlamsız paralar ödemek istemiyorlar. Öte yandan bir miktar da olsa şıklığı talep ediyorlar. Onlara göre herşeyin bir tarzı olmalı, ama yine de tutumluktan vazgeçilmemeli. İzninizle onlara “şık-tutumlular” diyeceğim.

Şık-tutumluların en çok keyif aldıkları konulardan birisi seyahat. Ancak gittikleri yerlerde lüks otellere avuç dolusu para savurmayı hiç istemiyorlar. Yine de otelin her türlü konfora sahip olması onlar için olmazsa olmaz.
Şık-tutumluların bu taleplerine en iyi cevap veren otellerden birisi yakında Londra Heathrow ve Gatwick havaalanları ile Londra şehir merkezinde hizmete girecek olan Yotel.
Kendisini “Dünyanın En Radikal Oteli” olarak tanıtan Yotel’in temel özelliği son derece lüks elementleri bir hayli makul fiyatlarla birleştirmiş olması. Konseptin yaratıcısı olan Simon Woodroffe ilhamını British Airways’in dillere destan First Class koltuklarından ve Japonya’da bir hayli yaygın olan “kapsül otel” konseptinden almış. (“Kapsül Otel” adından da anlaşılacağı gibi size bir odanın değil de, sadece için de uyuyabileceğiniz birer kapsülün sunulduğu Japonya’ya has değişik bir otelcilik anlayışı.)
Yotel’de endüstri standardlarına göre çok küçük odalar(sadece 10 metrekare), uçak kabin tasarımlarında uzmanlaşmış mimarlar tarafından inanılmaz şık mekanlar haline getirilmiş. Üstelik bu minik odaların donanımı beş yıldızlı otellere taş çıkartacak nitelikte: Teknolojik duvar (i-pod veya el bilgisayarınızı takabileceğiniz soketlerle donatılmış), düz ekran televizyon ve surround sistem ses düzeni, bedava kablosuz internet, indirilebilir DVD ve müzik CD’leri, klima, çok lüks banyo ekipmanları (yağmur etkili duş gibi) ve yatak, otomatik check in/out ve internet üzerinden rezervasyon bunlardan bazıları.

Öte yandan otelin oda fiyatları sunduğu imkanlara göre son derece makul. Standard odaların geceliği 40£, premium odaların fiyatı ise 70£ olarak belirlenmiş. Sadece 4 saatlik bir istirahate ihtiyacınız varsa fiyat 25£’a kadar iniyor. Londra’da konaklayan okuyucularım Yotel’in imkanlarını sunan bir otel için bu fiyatların bir hayli çekici olduğu konusunda sanırım bana katılacaklardır.

Peki Yotel hem lüks, hem de hesaplı olmayı nasıl başarıyor? Tabii ki bir dizi innovasyonla...

Bunlardan en önemlisi otel odalarının “İçeriye Bakan Tek Taraflı Pencereleri”. Normal bir otel odasındaki doğrudan sokağa bakan pencerenin yerine, otelin koridorlarına bakan pencereler var. Otelin koridorları ise çok iyi ışıklandırma ve şık dekorasyonla birer “caddeye” dönüştürülmüş durumda.

Bu temel innovasyon sayesinde çok dar ön cephesi olan binalar, hatta yeraltındaki tamamen penceresiz ortamlar bile birer Yotel’e dönüştürülebiliyor.Yotel’in iddiası konvansiyonel otellerin sığamayacağı kadar küçük binalarda hizmet verebileceği şeklinde. Özellikle şehir merkezlerini ve havaalanlarını hedefleyen Yotel, bu innovasyonu sayesinde çok daha düşük maliyetli binalarda ve normalde bir otel olarak düşünülmesi bile imkansız mekanlarda tesisler açabilecek bir formata sahip. Görünen o ki, Yotel tipik bir otel zincirinden çok daha hızlı büyüme potansiyeli gösteriyor.

Yotel’in ikinci büyük innovasyonu ise 10 metrekarelik odaların küçüklüklerine rağmen konforlu, modern ve yüksek donanımlı olması. Bu sayede hem yatırım, hem de işletme maliyetleri önemli oranda düşürülmüş.

Odaların tasarımını Priestman Goode yapmış. Daha önce Airbus uçaklarının iç mekanlarının tasarımında da yer alan Goode, bu çalışmalar sırasında edindiği “dar mekanda konfor yaratma” becerisini Yotel’in oda tasarımlarına taşımış. Katlanabilir masalar ve yataklar, duvarların raflar olarak aktif kullanımı gibi birbirini tamamlayan innovatif fikirler birleştirilerek Yotel’in küçük ama lüks odaları ortaya çıkarılmış.

Havalanlarının içerisinde yer alan Yotel odalarının sadece 4 saat için bile tutulabilmesi de son derece innovatif bir fikir. Bu sayede uçaklarında gecikme olan veya aktarma dolayısıyla havaalanında beklemek zorunda kalan yolcuların Yotel’de konaklaması mümkün kılınmış. Sabah çok erken uçuşları kullanacak yolcuların da akşamdan havalanına gelip Yotel’de bir kaç saat ekstradan uyuyabilmesi hedeflenmiş. Doğrudan Yotel odalarından online check-in yapma imkanı, bu yolcuların güne sakin ve dinlenmiş bir şekilde başlamalarını da sağlayacak.

Kanımca Yotel konsepti İstanbul gibi arazi fiyatlarının çok yüksek olduğu ve mevcut bina envanterinin otelciliğe pek de uygun olmadığı şehirler için biçilmiş kaftan. Zaten franchise modeli ile büyümeyi planlayan Yotel, web sayfasında (http://www.yotel.com/) bu konunun üzerinde duruyor. İlk bakışta pek de uygun gözükmeyen pek çok binanın kolaylıkla Yotel konseptine dönüştürülebileceği özellikle vurgulanıyor. Kısacası innovatif bir bakış açısı İstanbul ve diğer şehirlerimizde otelciliğe yepyeni bir soluk getirebilir gibi gözüküyor.

Hesaplı ama şık oteller konusunda bir başka ilginç örnek ise Hindistan’dan. Hindistan’ın en büyük yatırım gruplarından olan Tata bu alana da el atmış durumda. Grup, “indiOne” adını verdiği yeni otellerinin konseptini “Smart Basics” olarak tanımlıyor. Herhalde bu deyimi Türkçe’ye çevirmeye kalksak akılcı, hesaplı, sade ve kullanışlı gibi kelimelerin bir kombinasyonunu oluşturmamız gerekirdi.

indiOne’lar pek çok yönleriyle Yotel’lere benziyorlar. Odaları küçük ama lüks. Kablosuz internetten, düz ekran TV’ye kadar pek çok özellik bunlarda da mevcut. Öte yandan ortak kullanım alanlarının sunduğu imkanlar Yotel’lere göre bir nebze daha gelişkin: Sadece en temel aletlerden oluşan bir mini spor merkezi, dijital kasaların olduğu tam güvenli bir oda, ATM cihazları, yiyecek ihtiyacınızı karşılayabileceğiniz otomat makinaları gibi...

Tata, akılcı, hesaplı, sade ve kullanışlı bir otelcilik anlayışı olarak tanımlıyor indiOne’ları. İlk otel Bangolere’da açılmış durumda. Tata bir yıl içerisinde 12-14, önümüzdeki beş yıl içerisinde ise 150 civarında indiOne oteli açmayı düşünüyor çünkü elindeki konseptin Dünya’nın her yerinde iş yapabileceğine inanıyor. Yakında İstanbul’da da indiOne otelleri görürseniz hiç şaşırmayın derim ben.

Yotel ve indiOne’n ortak yönleri düşük maliyetli yatırımlar gerektirmeleri. Ayrıca basit iş modelleri sayesinde tekrarlanabilirlik özellikleri var. Yani çok sayıda oteli aynı anda açma ve işletme becerisine sahipler. Bu sayede çok hızlı büyümeyi ve globalleşmeyi hedefliyorlar.

Tutumlu-şık müşteriler açısından bakıldığında ise diğer otel formatlarına göre son derece önemli avantajlar sunuyorlar. Yani hedefledikleri müşterilerin gözünde vazgeçilmez birer konaklama mekanı olmak konusunda bir hayli iddialılar, çünkü eşleri benzerleri yok. Benzer özelliklere sahip lüks oteller çok pahallı. Daha hesaplı otellerin sunduğu imkanlar kısıtlı. Kısacası Yotel ve indiOne tam doğru yerde duruyor gibi gözüküyorlar.
Bu innovatif iş modellerinin Türk turizmcilerine de ilham vermesini diliyorum.

Perşembe, Şubat 23, 2006


KASLARIMIZI GÜÇLENDİRELİM: Müşterilere Birlikte İnnovasyon Yapmak

İnnovasyonun odak noktası müşterilerdir (iç ya da dış müşteriler olabilir).

Başarılı yenilikçiler müşterilerinin derin ihtiyaçlarını ve sorunlarını anlamak konusunda ciddi, samimi ve fena halde gayretlidirler. Oysa çoğumuz müşterilerimize sadece istatistiki değerler olarak bakarız.

Müşterilerinizin ihtiyaçları ve sorunlarıyla şirketinizin stratejilerinin kesiştiği nokta, müşterileriniz için yaratılacak yeni değerin bulunacağı alan olacaktır.

Müşteriler için değer yaratmayan fikirler çok yaratıcı da olsalar innovasyon değillerdir. İç ve dış müşterilerin ihtiyaçları ve sorunları innovasyonun pusulası olmalıdır.

Değer müşteri tarafından belirlenir. İnnovasyon müşterilerinizle birlikte gerçekleştirilen “katılımcı” bir süreçtir. Amacı müşterilerinizle birlikte sinerjik bir çalışmayla onlara beklentilerinin de üzerinde değer katmaktır.

İşte size bu konuda kaslarınızı güçlendirmeniz için bazı basit yöntemler:

Müşterilerinizi gözlemlemek için pratik teknikler belirleyin, onların yerine geçin, deneyimlerini siz de yaşayın.
Müşterilerinizle ihtiyaçlarını ve sorunlarını konuşmak için platformlar tasarlayın.
Müşterilerinizin en azından bir kısmını şahsen tanıyın ve güçlü ilişkiler kurun.
Yöneticilerinize ve çalışanlarınıza şirketinizin stratejilerini ve onların bu strateji içerisindeki rollerini anlatın.
Yukarıda söylenenlerin hepsini iç müşterileriniz için de yapın.

İnnovatif günler diliyorum size...

Kaslarımızı Güçlendirelim: Uyanın!!!



İnnovasyon temelde "daha önce yapılmamış"ların ve "hiç denenmemiş"lerin arayışıdır...

Bu nedenle gerçek yenilikçiler kaşiflere benzerler, daha önce keşfedilmemiş yerlere gidererek yeniliklerin peşinden koşarlar. Yapılmamışı yapmayı, denenmemişi zorlamayı isterler...

Oysa günlük hayatlarımız bizi yeniliklerden uzak durmaya yönlendirir...

Garantili, denenmiş ve başarısı (bu vasat bir başarı olsa da) ispatlanmış yöntemleri tekrar tekrar uygulamaya...

Ancak bunu değiştirebiliriz...

Yenilikçilik öncelikle Dünya'yı daha iyi anlamayı gerektirir...

Bizim dışımızdaki insanlar neler yapıyorlar? Dünya'nın başka yerlerinde neler olup bitiyor? Yeni doğrular neler? Kimler neleri sorguluyor? Tüm bunları görmek ve öğrenmek ufkumuzu açar, bakış açımızı genişletir.

İşte size bu konularda bazı basit öneriler.

Bunları düzenli olarak uygulayın ve birer alışkanlık haline getirin. Önce bakış açınız genişlemeye, daha sonra da aklınıza parlak fikirler gelmeye başlayacak. Ve garanti ediyorum ki adım adım innovatif yönünüzün nasıl gelişmeye başladığına kendiniz bile inanamayacaksınız...


Sokaklara çıkın. Unutmayın İstanbul Dünya'nın en ilham verici şehirlerinden birisi.
Alışılageldiğiniz gazete ve dergilerden farklılılarını okuyun. Zaman zaman sizi sinirlendirseler bile farklı bakış açılarını görmek zenginleştiricidir.
Farklı perspektiflere ve geçmişlere sahip insanlarla görüşün. Bir kaç tane uçuk kaçık arkadaşınız olsun. Hep size benzeyenlerden ilham alamazsınız ki.
Size hiç tanıdık olmayan konularda konferanslara katılın. Fikrin nerede geleceği belli olmaz.
Yeni şehirlere ve ülkelere seyahat edin. Dünya büyük. Çeşitlilik sonsuz.
Springwise.com ve trendwatching.com gibi ufuk açıcı internet sayfalarını sürekli olarak tarayın.

Hepinize innovatif günler...


ŞAHANE FİKİR (Turkishtime dergisi Mart sayısında yayımlanacak yazım)

Merhaba,

Verdiğim innovasyon eğitimlerinde, çalışanlarda “iş yaratıcılığını” arttırmanın en etkin yönteminin, onları çok sayıda yaratıcı, çarpıcı ve sıradışı iş fikirleri ile tanıştırmak olduğunu gözlemliyorum. İlginç örnekler çoğaltıldıkça, kişilerin ufukları zenginleşiyor ve yaratıcılıkları güçleniyor.

Turkishtime’dan gelen teklif bu nedenle beni çok heyecanlandırdı. Bu aydan itibaren bana ayrılan köşemden sizlerin yaratıcılığını besleyeceğine inandığım global trendleri ve yaratıcı iş fikirlerini sunacağım. Umarım vereceğim örnekler sizlere ilham verir ve innovatif fikirler geliştirmenize yardımcı olur.

Bu ay ele almak istediğim trend, şirketlerin bakışlarını “daha düşük gelirli” pazar segmentlerine doğru çevirmeleri. Dünya’da ve Türkiye’deki gelir dağılımı dengesizlikleri düşünüldüğünde bu trendin arkasındaki rasyonel de ortaya çıkıyor; nüfusun ezici çoğunluğu düşük gelir segmentlerinde yer alıyor.

ABD’deki çeşitli sektörlerde bu trendin etkileri net olarak görülebiliyor. Düşük fiyatlı havayolu taşımacılığında innovasyonlarıyla devrim yapan ünlü Southwest Airlines’in pazar payı 1994’te %3,2 iken, 2004’te %12,9’a tırmanmış. Yine aynı dönemde, doğrudan satış alanında yaptığı inanılmaz süreç innovasyonlarıyla tüketicilere tam istedikleri bilgisayarları, evlerinde, üstelik de rakiplerinden daha hesaplı fiyatlarla teslim etmeyi başaran Dell’in pazar payı %3,3’ten, %16,5’e yükselmiş.

Ülkemizde de düşük gelirli segmentlerin önemi gittikçe artıyor. Trendi ilk görenlerden birisi, bugün 1.200 mağazaya ulaşan ve yıllık cirosu 1 Milyar Doları aşan BİM. Gecekondu bölgelerinde mağaza açmaktan, kolilerde ürün satmaya, sadece iki personelin çalıştığı dükkanlardan, sunduğu ürün çeşitliliğini kısıtlamaya kadar pek çok alanda innovasyonlar yapan BİM, gıda gibi son derece rekabetçi bir sektörde başarısını ispatlamış gözüküyor.

Hindistan’da da düşük gelir segmentleri popüler. Unilever bu ülkede Sunsilk ve Lux markalı şampuanlarını tek kullanımlık küçük paketlerde 2-4 sente satıyor ve çok da başarılı oluyor; tek kullanımlık poşetlerin toplam Hindistan şampuan pazarının adetsel olarak %95’ini oluşturduğu sanılıyor.

Küçük paketlerde ürün satarak düşük gelir segmentlerinde başarıya ulaşmak konusunda Türkiye’den iyi bir örnek ise süttozu, şeker ve kahvenin ideal karışımıyla yaratılan “Nescafe Üçü Bir Arada” poşetçikleri. Bunlar hem ekonomik bir fiyatla geniş kitleleri Nescafe markasıyla tanıştırıyor, hem de Türk tüketicisinin damak zevkine uygun bir karışımla beğeniyi arttırıyor.

Düşük gelirli insanlara sadece “temel ihtiyaç ürünlerini” ucuza satarak yeni pazar fırsatları yaratırsınız diye bir kural da yok. Ahmet Altan ve Alkım Kitapevi’nin “İçimizde Bir Yer” isimli kitaptaki başarıları, kültür ürünlerinde de innovatif düşüncenin işe yarayacağını gösteriyor. 2.950 YTL’lik çok çarpıcı fiyatıyla bu eser sadece kitapçılarda değil, süpermarketlerde ve gazetecilerde de satışa sunularak büyük etki yarattı. Fiyatlandırmasından, tanıtımına, dağıtım kanalından, fiziksel özelliklerine kadar pek çok konuda innovasyonlar getiren kitap, satış rekorları kırdı.

Whirpool markasının Brezilya’da sattığı çamaşır makinaları ise tüm ev aletleri üreticilerine ilham verir nitelikte. 150-200 ABD Dolar etiketli bu makinaların yıkama kapasiteleri normal makinaların yarısı civarında, çünkü düşük gelir segmentindeki Brezilya’lılar az sayıdaki kıyafetlerini çok sık yıkamak zorundalar. Makinaların akrilikten yapılan şeffaf kapakları ise bu kitlenin çamaşırı yıkanırken görmek istemesi nedeniyle tasarlanmış. Hem cama göre daha hesaplı, hem de tüketicinin isteklerine uygun bir çözüm. Kısacası innovatif...

Belki sizi şaşırtacak ama, düşük gelir segmentleri Karl Lagerfeld gibi ünlü modacıların da ilgisini çekiyor. Normalde en üst gelir segmentlerini hedefleyen Lagerfeld, 2004 yılında H&M gibi düşük-fiyat konusunda uzmanlaşmış bir giyim mağazası ile anlaşarak özel bir kolleksiyon yarattı: “Karl Lagerfeld for H&M”. Amaç markanın etkisini daha geniş bir müşteri kitlesine sunabilmek.

Gördüğünüz gibi düşük gelirli müşteri segmentleri şirketlere son derece önemli fırsatlar sunabiliyorlar. Yeter ki siz yaratıcı olun ve temeli “innovasyon”a dayanan iş modelleri yaratabilin.

Merhabalar,

Bu blogu okuduğunuza göre büyük ihtimalle benden inovasyon konusunda daha önce eğitim almış durumdasınız.

Eğer eğitim sırasında konu ilginizi çektiyse ve inovasyon meselesinin daha derinlerine inerek, bu konuda becerilerinizi daha da geliştirmek istiyorsanız blogumu seveceğinizi tahmin ediyorum.

Yazılarım temelde şu başlıklar altında olacak;

ŞAHANE FİKİR: Türkiye'den ve Dünya'dan başarılı inovasyon örnekleri ve bunların Türkiye'de nasıl uygulanabileceği konusunda naçizane fikirlerim.

KASLARIMIZI GÜÇLENDİRELİM: Birey olarak inovasyon becerilerimizi geliştirmek, yani "inovatif kaslarımızı" güçlendirmek konusunda işe yarar ipuçları.

DENEYİM: İnovasyon konusunda eğitimlerim ve danışmanlık hizmetlerim sırasında yaşadığım enterasan deneyimler (komik de olabilirler tabii) ve bunlardan çıkardığım dersler.

Hepinize keyifli okumalar ve "inovatif" günler diliyorum.