Cuma, Eylül 01, 2006


Şahane Fikir (Araba Kiralamanın En Hesaplı Yolu )

Türkiye’den çarpıcı inovasyon örneklerini vermekten gerçekten büyük keyif alıyorum. İşte bir tanesi daha: carpuzz.com.

CarPuzz.com sadece Smart marka araçları kiralayan bir şirket.

Diğer araba kiralama şirketlerinden en büyük farkı inanılmaz derecede hesaplı fiyatları. Günlük 8 milyon liradan başlayan süper ucuz kiralama bedellerinin asıl finansörleri ise araçların üzerine alınan reklamların sponsorları ve tabii ki böylesine bir tanıtımdan bol bol yararlanan Smart Türkiye’nin kendisi.

Bu renkli ve şirin araçlara verilen reklamlar özellikle gençleri hedefleyen firmaları için biçilmiş kaftan. Gençler diyorum çünkü Carpuzz.com’dan araç kiralamak istiyorsanız firma yetkilileri ile yüzyüze bir mülakat yapmanız şartı var. Bu mülakatta aranan temel nitelik ise şehirli gençler olmanız ve markanın imajına destekte bulunacağınıza inanılması.

Otomobilleri tavandan arka cama, şoför kapısından motor kapağına kadar giydirmek mümkün. Üstelik dilenirse kullanıcılara araç içinde farklı promosyon malzemeleri de bırakılabiliyor. Spnsorlar sadece araca reklam mesajlarını vermekle kalmıyorlar, aynı zamanda aracı kiralayanların kimler olduğu ve hangi güzergahlardan geçtiğini de sitedeki raporlama sistemi sayesinde takip edebiliyorlar…

Tabi işin asıl keyfini çıkaranlar çok ucuz fiyatlara bu araçları kiralayıp gezen gençler. Böylece onlar İstanbul caddelerinde gün boyunca gezip tozuyorlar, araçların üzerindeki reklamlar da bol bol herkese kendini gösteriyor.

İnovasyon Sorusu: Sizin sektörünüzde yaratıcı sponsorluk projeleri bulmanız mümkün mü?

Perşembe, Ağustos 31, 2006


Emlak Pazarı Tepetaklak (Şahane Fikir)

Başlığa bakarak benim de “ne olacak bu emlak fiyatlarının hali” türünden bir falcılık denemesi yapacağımı düşünmeyin lütfen. Bu köşe konjüktürle değil yaratıcılıkla ilgili. Anlatacağım konu da emlak pazarını altüst edebilecek çok yaratıcı bir fikiri ayrıntılandırıyor zaten.
Finlandiya kökenli Igglo adlı şirket, potansiyel müşterilerin arzuladıkları ancak henüz satılığa çıkmayan evler için “önceden sipariş vermelerini” sağlayan çok ilginç bir iş modeli oluşturmuş durumda...

Belki İstanbul için biraz zor bir deneme olur ama, İgglo Helsinki’deki her binanın fotoğrafını çekmiş ve web sitesine yüklemiş (yakında proje başka şehirlere de yayılacak). Şirket bu fotoğrafları aynı zamanda uydu görüntüleri ve haritalar ile de destekliyor.
Bir kez daha vurgulamakta fayda var; Igglo’nun web sitesinde Helsinki’deki tüm binaları görmek mümkün, sadece satılık olanları değil.

Potansiyel müşteriler konut satınalmak isteyebilecekleri bina, cadde veya semti internet üzerinden işaretleyebiliyor ve vermek isteyecekleri fiyatı siteye post edebiliyorlar. Bu sayede satıcılar emlaklarına olan talebi (o anda satmayı düşünmüyor olsalar bile) görmek imkanına kavuşuyorlar. İstenen nitelikteki konut satılığa çıkarsa potansiyel müşteriye anında e-mail aracılığı ile haber aktarılıyor böylece alım-satım da inanılmaz hızlandırılmış oluyor.

Eğer arz ve talep çakışırsa Igglo tipik bir emlakçıdan daha düşük komisyon alıyor. Bunun sebebi Igglo’nun yaratıcı iş modeli sayesinde çok düşük tuttuğu maliyetleri.

İnovasyon Sorusu: Sizin sektörünüzde de internet veya başka yeni teknolojilerin kullanımı sayesinde yerleşik iş modellerini tepetaklak etmenin bir yolu var mı?

Salı, Haziran 06, 2006


ŞAHANE FİKİR (SOKAK ÇOCUKLARINI NEREDE EĞİTEBİLİRİZ? TABİİ Kİ SOKAKLARDA...)

Bir Belçika vakfının sokak çocuklarına yönelik olarak geliştirdiği “Mobil Okullar”, inovasyonun sosyal konularda da ne kadar etkin çözümler üretebileceğine dair çok güzel bir örnek.

Tecrübelerle görüldü ki, ülkemizde de gittikçe büyüyen bir sorun olan sokak çocuklarının, klasik formattaki okullarda eğitilmesi pek de mümkün olmuyor. Mobil Okul meseleyi, sınıfı sokak çocuklarının doğal ortamına, yani sokaklara götürerek çözmüş!

Okul çocuklara bir yandan okuma-yazma gibi temel becerileri kazandırırken, bir yandan da kendilerine “daha iyi bir hayatın mümkün olabileceği” konusunda ufuk açmaya çalışıyor. Yapılan çeşitli çalışmalarla bir yandan çocukların kendilerine olan güveni geliştirilmeye çalışırken, bir yandan da sokaklardan kurtulabilmeleri için onlara yön gösterilmesi hedefleniyor.

Okul aslında küçük bir römork şeklinde tasarlanmış. Üzerinde karatahta ve diğer eğitim malzemlerinin yerleştirildiği mobil okullar, çocukların yazmaları, çizmeleri, öğrenmeleri ve sayılarla haşır neşir olmaları konusunda yeterince uygun bir ortamı sağlıyor.

2000 yılında Bolivya’da faaliyete geçen bu yepyeni eğitim konseptinin şu anda 16 mobil okulu var. Son derece müşük maliyetlerle işleyen sistem, yeni sponsorlar buldukça daha da hızlı bir şekilde gelişeceğe benziyor.

İnovasyon Sorusu: Ülkemizdeki sosyal sıkıntıların çözülmesi konusunda laf üretmenin ötesine geçip, yepyeni inovasyonlar yapmanız mümkün mü?

Salı, Mayıs 23, 2006


Şahane Fikir (İnovatif Kasap)

Armutlu ile Etiler’in kesiştiği, varoşlarla Alkent’in lüks dairelerinin birbirine komşu olduğu bir semt...

Bu çelişkilerle dolu semtte, iriyarı bir “gecekondu apartmanın” giriş katında konumlanmış son derece “lüks” ve “havalı” bir kasap dükkanı...

Kasap dükkanında görmeye hiç mi hiç alışık olmadığımız “I-Mac” bilgisayarlar, “Esspesso Makinaları” ve kulakları okşayan caz tınıları...

Normalde buralara pek yolu düşmeyecek lüks cipler ve otomobillerden inip, İstanbul’un belki de en yüksek fiyatlı etini satınalmaya gelen şık hanımlar ve beyler...

Süt danası(veal), kuru dinlendirme dana eti (dry aging) gibi yepyeni tatlar sunan et çeşitleri...

Dükkandan aldığınız eti evinizde daha lezzetli yemeniz için, tamamlayıcı nitelikte baharatlar, tuzlar, bıçaklar...

Ve de ayrıca eti nasıl pişirmenizi detaylı şekilde, dünya mutfaklarından inanılmaz yenilikçi örneklere dayalı bir şekilde açıklayan danışmanlık hizmetleri...

Karşınızda ODTÜ İşletme mezunu, finans sektörü geçmişi olan, hafta sonları sörf kaçamakları için Çeşme’ye, sektöründeki en son gelişmeleri takip için New York’a, en iyi bira nerede içilir sorusunu yanıtlamak için İrlanda’ya gidip gelmeye bayılan tipik (!) bir kasap... Ve yine bir ODTÜ mezunu olan kardeşi...

Emre Mermer’in yaklaşık bir yıl önce kurduğu, Armutlu’da hizmet veren kasabını gözünüzde canlandırmaya çalışıyorum.

Kasaplık belki de olabilecek en eski ve emtia mesleklerden birisi...

Ama biraz inovasyon, biraz farklı düşünmek mesleğe tamamen yeni bir tanımlama getirebilmiş.

Çok şık bir web sayfasından (http://www.dukkanistanbul.com/), sektör standardlarının çok üstünde ambalajlamaya kadar pek çok yeniliğin üst üste konduğu bu dükkan, devletten yardım isteyen esnafımıza bir ders niteliğinde: Karlılık ve büyüme inovasyondan geçer. Nokta.

İnovasyon Sorusu: Siz sektörünüz tipik olmayanı haline nasıl geleceksiniz? Hiç düşündünüz mü?

Perşembe, Mayıs 04, 2006


DENEYİM (Picasso’yu Demir Parmaklıkların Arkasına Koymamak!)

Müşterilerimle birlikte yürüttüğüm inovasyon projelerinde, fikir üretmenin işin kolay yönü olduğunu görüyorum.

İnsanlar gerekli düşünme teknikleri ile donatıldıklarında ve fikirlerini özgürce ifade edebilecekleri ortamlara kavuşturulduklarında kolayca yaratıcı kişiliklere bürünebiliyorlar.

Kurumların para kazandıran fikirler geliştirebilmeleri için illa ki dahi yaratıcılara filan sahip olması gerekmiyor. Sıradan çalışanlar ve yöneticiler, müşterilerine ve işlerine biraz farklı baktıklarında yüzlerce çarpıcı iş fikrini ortaya koyabiliyorlar.

Asıl zorluk ortaya konan fikirlerin hayata geçirilmesinde yaşanıyor.

Bürokrasi, zamansızlık, bütçesizlik, zayıf yönetim desteği, yetkisizlik, departmanlar arası koordinasyonsuzluk, risk alamama ve hepsinden de önemlisi “yavaşlık” gibi meseleler inovasyon projelerinin önüne aşılamaz engeller olarak çıkıyor...

Büyük hayallerle başlanan pek çok proje, kurumların karmaşık koridorlarında kaybolup gidiyor... En parlak iş fikirleri bile uzayan süreçlerde gittikçe sönükleşiyor... Mücadeleden yorulan en yaratıcı zihinler bile en sonunda pes ediyor, oyundan çekiliyor...

Geçenlerde okuduğum bir araştırmanın sonuçları, Türkiye’deki inovasyon projelerinde karşılaştığım bu sorunlardan global iş dünyasının da muzdarip olduğunu gösteriyor.Boston Consulting Grup’un yaptığı bir global CEO anketi yenilikçiliğin düşmanlarını işte şöyle sıralıyor:

Geliştirme Süresinin Uzunluğu: %32
Koordinasyon Eksikliği: %28
Risk Almama: %26
Müşteriyi Tanımama: %25
Fikir Seçememe: %21
Yetersiz Ölçüm Araçları: %21
Fikir Eksikliği: %18
Pazarlama ve İletişim Hataları: %18

Gördüğünüz gibi fikir eksikliği sıralamada ancak 7. sırada geliyor.

Soru: Sizin kurumunuzda inovasyonların hayata geçirilmesinin önünde ne gibi engeller var ve daha da önemlisi bu engelleri ortadan kaldırmak konusunda nasıl bir plan hazırlıyorusunuz?

Salı, Nisan 25, 2006


ŞAHANE FİKİR (Her Zevke Göre Tur Organizasyonu)

Belçika’lı turizm operatörü Wasteels, gezme-görme-öğrenme-paylaşma meraklılarını birer “tur tasarımcısı” olarak kullanmanın yolunu bulmuş durumda.

İnsanların giderek “çılgın kalabalıklardan” uzaklaşmaya ve “kendilerine özgü” yerlere gitmeye meyil ettiği bir gerçek. Bu trendin farkında olan Wasteels, amatör meraklıların kendi zevklerine göre tasarladıkları turları, şirketin müşterilerine satabilecekleri bir organizasyon oluşturmuş.

Segmentlerin gittikçe daha küçük dilimlere bölündüğü turizm pazarında her demografik grubun kendine has ihtiyaçları ve arzuları var. Kimi insan tatil köylerinde yan gelip yatmaktan hoşlanırken, kimisi de kayaların tepesinde aşırı adrenalin salgılamaya bayılıyor.

Turizm sektörü uzun zamandır bu farklı zevklere göre turlar düzenlemeyi zaten gerçekleştiriyordu.

Wasteels ise meseleyi bir adım daha ileriye götürerek amatörlerin kendi zevklerine uygun turlar tasarlamalarına ve bunu meraklılara satmalarına izin veriyor. Şu ana kadar teknolojik oyuncak meraklılarına, bekarlara, yaşlılara ve sanat-severlere özgü turlar tasarlanmış ve satılmış vaziyette.

Wasteels işin pazarlama, satış, bilet ve tüm diğer bürokratik sıkıntılarını hallediyor. Turun amatör tasarımcısı ise yapılan her satıştan belli miktarda bir komisyon alıyor.

Böylece kendi seyahat tutkusunu başkalarıyla paylaşmayı sevenlere gayet güzel para kazanma imkanı doğuyor. abii müşterilerine özel turlar satmak isteyen turizm acentalarına da yepyeni bir yaratıcı fikir kaynağı bulunmuş oluyor: Seyahat aşığı amatör turizmciler...

Soru: Sizin sektörünüzde de müşterilerinizin ve meraklı amatörlerin yaratıcılığından yararlanmanın bir yolu var mı?

ŞAHANE FİKİR (Sinemanınızı Nerede Alırdınız?)

Mobil kafeden sonra şimdi de mobil sinema...

Kaliforniya’da faaliyet gösteren MobMov, otomobilden sinema seyretme fikrini (drive-in movie) daha da ileri götürmüş... MobMov’un sisteminde sinemanın bizzat kendisi hareket ediyor. Böylece sinema her hafta başka bir lokasyona taşınıyor.

MobMov (Mobile Movie’nin kısaltılmışı) geçtiğimiz yıl 25 yaşındaki web tasarımcısı Bryan Kennedy tarafından “arkadaşlarıyla birlikte eğlenmek” amacıyla kurulmuş. Kısa sürede kulaktan kulağa yayılan fikir çok popüler hale gelmiş. Şimdilerde ise e-mail aracılığı ile sinemanın o hafta nereye gideceği önceden duyuruluyor.

Sinemanın kuruluş sistemi de bir hayli basit aslında. Aracın içine yerleştirilen bir DVD oynatıcısı ve projectör cihazı sayesinde film duvara yansıtılıyor. Ses paylaşımı ise basit bir düşük-güçlü FM transmitteri sayesinde doğrudan izleyici araçlarının radyolarına gönderiliyor.

Kennedy -en azından şimdilik- bu işi para için yapmıyor: izleyicilerden giriş ücreti alınmıyor, sadece masrafları karşılayacak bir bahşiş toplanıyor. Asıl amaç sosyalleşmek ve eğlenceli bir ortam yaratmak. Öte yandan bu veya benzeri fikirlerin para kazandıran iş modellerine dönüşmesi de gayet mümkün gözüküyor.

MobMov Manifesto meraklısına kendi mobil sinemasını nasıl kuracağı hakkında son derece detaylı bilgi aktarımını da bedavaya sunuyor.

Soru: İşinizi mobil haline getirmenin yaratıcı yöntemlerini hiç düşündünüz mü?

Pazartesi, Nisan 17, 2006


KASLARIMIZI GÜÇLENDİRELİM (İnnovasyonu Olmayana Kar Yok)

Seminerlerimde en çok üstünde durduğum konulardan birisi bir şirketin karlılık performansı ile innovasyon becerisi arasındaki ilişki.

İddiam, bugünün aşırı rekabetçi dünyasında sürekli olarak innovasyonlar yapabilme becerisinin kar peşinde koşan şirketlerin üzerinde en çok yoğunlaşması gerektiği alan olduğu yönünde...

Bu hafta BusinessWeek dergisinde çıkan “Yaratıcılığın Karşılığını Almak” adlı makale tezimi tam anlamıyla destekler nitelikte.

Boston Consulting Group tarafından dergi için yapılan bir çalışmaya göre Dünya’nın en yenilikçi 25 şirketi 1995’den bu yana yıllık ortalama da %3.4 net kar marjı artışı gerçekleştirdi. S&P Global 1200 şirketlerinin aynı dönemdeki ortalama yıllık net kar artışı ise sadece %0.4 seviyelerinde.

Hisse senedi getirisi açısından da durum pek farklı değil. Geçtiğimiz 10 yıl boyunca Dünya’nın en yenilikçi 25 şirketinin yıllık ortalama %14.3’lük hisse senedi getirisi S&P Global 1200 ortalamasının tam 3 puan üzerinde.

Target, Starbucks, Procter&Gamble ve Microsoft innovasyonlar sayesinde kar marjlarını yükselttikleri ve hisse senedi piyasaları tarafından ödüllendirildikleri için özellikle öne çıkan isimler. Diğer yüksek innovasyon becerisine sahip firmalarında performansları son derece yüksek.

Soru: İnnovasyon becerilerinizi arttırmadan karlılığınızı arttırmanın mucizevi bir yöntemini biliyor musunuz?

Çarşamba, Nisan 12, 2006


ŞAHANE FİKİR (Koltuğumdan Sıkıldım Diyenlere Bir Çözüm Daha)

Daha önce IKEA koltuklarına özel döşemelerle modayı salonunuzun içine getiren İsveç’li Bernz firmasından bahsetmiştim.

Koltuklarınızla ilgili bugün anlatacağım innovatif fikir ise daha radikal bir çözüm öneriyor ve İngiltere’den geliyor: Sıkıldığınız koltukları topyekün değiştirmeye ne dersiniz???

Stop Gap Sofas adlı firma verdiği haftalık koltuk kiralama servisi ile, özellikle de yeni taşınanlara yardımcı olmayı hedefliyor.

Yeni bir evin dekorasyonu hem fazlasıyla zaman alan, hem de pek çok soruna gebe bir süreç: Evinize en uygun koltuğu seçmek genellikle zor bir karardır, üstelik siparişinizi verdikten sonra en az bir kaç hafta beklemeniz gerekir. Stop Gap Sofa işte tam bu durumda devreye girip 24 saat içinde size bir koltuk teslim ederek hayatınızı kolaylaştırıyor.

En az üç haftalık anlaşmalarla çalışan Stop Gap Sofas’ın işleri hiç de fena değil. Operasyonun ilk beş ayında 200 koltuk kiralanmış. Müşterilerin arasında sadece yeni ev döşeyenler değil, aynı zamanda geçici dekorasyon ihtiyacı olan film stüdyoları ve reklamcılar da girmiş. Şirket şimdi de İngiltere geneline yayılmanın planlarını yapıyor.

Soru: Etrafınızda bu tür yaratıcı “kiralama” fırsatları görüyor musunuz?

Salı, Nisan 11, 2006


ŞAHANE FİKİR (Mobil Satış, Ama Bir Tarzınız Olsun)

Modifiye edilmiş minibüslerde ve tır dorselerinde köfte, kokoreç veya dürüm satmak memleketimizde yıllardır uygulanan bir perakendecilik anlayışı. Hijyenik altyapıları bir hayli tartışılır olsa da bu tür satış noktalarının hiç de fena iş yapmadığı bir gerçek.

Hollanda’lı MobiCcino adlı firma ise mobil perakende noktası konseptini bir adım daha ileriye taşıyarak Piaggio marka üç tekerlekli motorsikletleri çok şık birer kafeye çevirmiş. Kees van der Westen marka bir hayli havalı kahve makinaları ile donatılan bu sevimli araçlar, insanlara son derece keyifli bir açık hava kafe deneyimi yaşatacak şekilde tasarlanmış.

Sunulan kahvenin kalitesi en üst seviyede. Araç bir arzu objesi olacak kadar şirin ve şık. MobiCcino bu araçlarla özellikle konserlerde, kumsallarda ve kalabalığın olduğu her yerde kahve satmayı düşünüyor. Üstelik planları da bir hayli hırslı: Önümüzdeki 5 yılda 1.000 mobile kafeye ulaşmak.

İnnovasyon Sorusu: Siz de perakande noktalarınızı şık ve keyifli mobil mekanlara dönüştirebilir misiniz?

Çarşamba, Mart 15, 2006


ŞAHANE FİKİR (Koltuğunuza İkinci Bir Şans Verin)

Koltuk döşemelerinizi canınızın istediği zaman zahmetsiz şekilde değiştirerek evinizi yenilemek, hayatınıza bir yenilik katmak...

İsveç’li Bernz firmasının yaptığı tam da bu işte.

Koltuklarınız ve yastıklarınız için değiştirilebilir ve yıkanabilir döşemelikler üreten Bernz’in iddiası, oturma odalarınızı birer “moda merkezi” haline getirerek evinizi renklendirmek...

Sistemin işleyici çok kolay. Önce Bernz’in web sayfasına girip zevkinize en uygun kumaşları, renkleri ve desenleri seçiyorsunuz. Daha sonra Bernz en geç 4 hafta içerisinde döşemelikleri adresinize yolluyor.

Yastıklar için değilse de koltuklar için bir sınırlama var tabii...

Döşemelik kumaşlar yine İsveç’li İKEA firmasının belirli modellerine uygun standardlarda kesiliyor. Yani koltuk döşemeliğinizi Bernz’den satın almak istiyorsanız koltuğunuzun da İKEA’dan olması şart. Öte yandan İKEA’nın dünya mobilya pazarındaki etkinliğini düşünürseniz, Bernz’in ne kadar akıllıca bir innovasyonun peşinde olduğunu görebilirsiniz.

Benzer örnekler cep telefonu pazarında yıllardır var. Çok satılan cep telefonları modelleri için ayrıca ”telefon kapları” da beğeninize sunuluyor. Böylece hem telefonunuzu ”değiştirme” duygusunu çok hesaplı bir şekilde yaşayabiliyor, hem de eskiyen telefonunuzu ”yenilemiş” oluyorsunuz.

Soru: Sizin sektörünüzde de standarlaşmış ürünlere yönelik bir yenileme pazarı yaratılabilir mi?

Pazartesi, Mart 13, 2006


ŞAHANE FİKİR (Gecekuşlarına Hizmet - Bir İstanbul İnnovasyonu)

Gecenin bir saatinde canınız birşeyler atıştırmak istedi ama dolabınız bomboş... Bakkalar çoktan kapandı, giyinip sokaklara çıkmaya feci üşeniyorsunuz...

Acilen bir ilaca ihtiyacınız var lakin gecenin bu saatinde nöbetçi eczaneye gitmeye hiç mecaliniz yok...

İçkinin ölçüsünü biraz kaçırdınız ancak aracınızı orada bırakıp eve dönmeyi istemiyorsunuz... Keşke bir şoför gelse sizi ve arabanızı alsa...

İşte tüm bu durumlarda ve daha başka pek çok “geceyarısı sorununuzda” İstanbul’da yeni hizmete giren After9 hizmetinizde. Telefon ya da internet aracılığı ile ulaşabildiğiniz After9 en geç 45 dakikada isteklerinizi kapınıza teslim etmeyi garantiliyor.

After9 çok çeşitli ürünleri gece evinize teslim ediyor, bazı ilaçları sürekli olarak depolarında bulundurarak acil durumlarda kapınıza getiriyor, ya da bir şoför yollayıp hem arabanızın hem de sizin bol alkollü bir gecenin sonunda bile kazasız belasız evinize varmanıza yardımcı oluyor...

Yakında İzmir ve Ankara’da hizmet vermeye başlayacak After9, gece saat 9 ile sabah 5 arasında hayatınızı kolaylaştıracak güzel bir hizmet innovasyonu.

Soru: Sizin sektörünüzde de klasik iş saatlerinin dışında müşterilerinize hizmet vermek mümkün mü?

Pazar, Mart 12, 2006


ŞAHANE FİKİR (Tiyatroda İnnovasyon)

Tiyatrocular seyircinin ilgisizliğinden sık sık yakınırlar. Zaman zaman basında kapanan tiyatroların üzücü haberlerine rastlarız. Sanat açısından gerçekten üzücü bir durum.

Peki ne yapmak lazım???

İstanbul Beyoğlu’na küçücük bir salonda tiyatro yapan Mahşer-i Cümbüş isimli topluluk çözümü “innovasyonda” bulmuş. Evet, sanatta da innovasyon yaparak yeni iş fırsatları yaratmak mümkün sevgili okurlarım.

Tiyatroyu bir spor müsabakası konseptiyle birleştirme fikri Mahşer-i Cümbüş’ün innovasyonlarının temelini oluşturuyor ve buna “Tiyatro Sporu” adını veriyorlar.

Mahşer ve Cümbüş adlı dörder oyuncudan oluşan iki ekip, seyricilerden aldıkları yönlendirmelerle doğaçlamalar yapıyorlar. Sergilenen doğaçlamalara seyircilerin alkışlarıyla puan verilmesinin ardından bu spor “müsabakasının” galibi belirleniyor.

İnanılmaz derecede eğlenceli olan bu doğaçlama müsabakası aynı zamanda izleyicilerde bir yarışma heyecanı da oluşturuyor.

Web sayfalarında Tiyatro Sporu hakkında şunu açıklıyor topluluk:

“Son otuz yılda tiyatro alanında gerçekleşen yeniliklerin bir uzantısı olan bu gösteri türü, seyirci-oyuncu ilişkisini yeniden kurarak bu ilişkiyi interaktif boyuta taşımaktadır. Tiyatro Sporu gösterileri seyirciyle birlikte yaşanan bir sürecin yaratılması ve bunun tekrarlanamaz olması itibarıyla her iki taraf için de önemli birer deneyimdir.”

Derslerimde “Deneyim İnnovasyonu” olarak açıkladığım modele şahane bir örnek.

Üstelik de çok komiklerJ))

Mutlaka izleyin derim…

Soru: Sizin işinizde müşterilerinize her seferinde yeni deneyimler yaşatmak mümkün mü?

Perşembe, Mart 09, 2006


ŞAHANE FİKİR (Ya da Türk Usulü Konut Çözümleri!!!)

Bugünkü Hürriyet'te çıkan bu şahane resimi ve haberin bir kısmını sizlerle yorumsuz bir şekilde paylaşmak istedim. İşte size her durumda bir çözüm üreten gerçek innovatiftürkler...

"Mahalleli alıştı, ama yabancıyı güldürüyor.

Samandıra’da gecekondu üstüne kurulan apartmanın Hürriyet’te yayımlanan fotoğrafı büyük ilgi çekti.

Evin hikayesini anlatan Makbule Demir, "Para bulduğumuzda gecekonduyu yıkacağız. Mahalleli alıştı, ama yabancılar durup bakıyor. Karşısına geçip gülen bile var" dedi.

İstanbul Samandıra’da Recep Tayyip Erdoğan Caddesi 8 numaradaki "apartman kondu"nun sahipleri Mustafa ve Makbule Demir, inşaat sonrasında belediyeden kimsenin kapılarını çalmadığını söyledi.

Eşinin adını taşıyan torunuyla evin hikayesini anlatan Makbule Demir, "Bize o dönemde ’Siz, ne yapıyorsunuz?’ diyen olmadı. Biz de böyle yaptık" dedi..."

Çarşamba, Mart 08, 2006


ŞAHANE FİKİR (Kullandıkça Öde Kasko!!!)

“Satınalmak” yerine “kullandıkça ödemek” ilkesine dayanan iş modelleri pek çok sektörde gittikçe daha çok önem kazanıyor.

Fotokopi makinaları bu konuda en iyi bilinen örneklerden. Eskiden fotokopi makinalarını satınalıp binlerce dolar öderken, şimdi aylık olarak çekilen fotokopi sayısına göre faturalama yapılması pek çok şirketin tercih ettiği bir yöntem.

Peki ya arabanızı kaç kilometre kullandığınıza göre hesaplanan kasko primine ne dersiniz?

Norwich Union firmasının 5.000 gönüllü araç sahibiyle denemeye başladığı model, “arabanızı kaç kilometre kullanıyorsanız o kadar kasko primi ödeyin” şeklinde açıklanabilir kısaca.

Sistem şöyle işliyor: Aracınıza takılan akıllı kutu (smart box) adı verilen cihaz, içerisinde bir GPS (Global Positioning System) ünitesi bulunduruyor. Smart box, belli bir dönem boyunca sürücülük alışkanlıklarınızı düzenli olarak kaydediyor ve böylece ne derece riskli bir sürücü olduğunuz tespit ediliyor. Elde edilen bu bilgi sayesinde risk katsayınız hesaplanıyor. Daha sonra bu katsayınız, aylık olarak gittiğiniz kilometre ile çarpılarak ödemeniz gereken kasko primi ortaya konuyor. Tabii ki kullanıcılar bu modele bayılıyorlar.

Bugünkü haliyle kaskonun pek çok Türk sigorta şirketi için tam bir zarar merkezi olduğunu biliyorum. Belki de kasko poliçelerinde “kullandıkça öde” modeline geçmenin ülkemizde de zamanı gelmiştir.

Soru: Sizin pazarınızda da “kullandıkça öde” modeline geçmenin yolları var mı?

Bol innovasyonlu günler diliyorum...

Pazar, Mart 05, 2006


ŞAHANE FİKİR (Bankaları Aradan Kaldıralım!!!)

İnnovatif fikirlere sahip girişimcilerin hayallerini gerçekleştirebilmeleri için sermayeye kolay ulaşımı, toplumların zenginleşmesinde çok kritik bir faktör.

Ne yazık ki, Türkiye’de “Ah abi biraz sermayem olacaktı ki...” ile başlayan yılgın potansiyel girişimci sohbetlerinden de anlaşılacağı gibi bu konuda durum pek iç açıcı değil.

Para ihtiyacınız varsa ya bankalara gidip, teminatın, kefilin şart olduğu zorlu bir süreçten geçeceksiniz ve sonuçta da bir hayli yüksek bir faizle (inşallah!) borç alacaksınız ya da annenize altın bozdurma gibi pek tatsız alemlere dalacaksınız.

Kredi ticareti adını da verebileceğimiz piyasalarda dünyanın pek çok yerinde de model aynı. Parası olanlar bankalara yatırıyor, bankalar da borç isteyenlere bu parayı yüksek fazile satıp aradan para kazanıyorlar. Uzun lafın kısası bankalar kredi ticaretinde aracılıktan sıkı para kazanıyorlar...

ABD’de yeni faaliyete geçen Prosper.Com adlı internet sitesi işte bu konuda bir devrim yapmak iddiasında. Site, borç almak isteyen bireylerle, kredi vermek isteyen sermaye sahiplerini doğrudan karşı karşıya getiriyor. Bir diğer deyişle “kredi ticaretinin” aracı kurumu olan bankaları aradan kaldırmanın bir yolu bulunmuş durumda.

Sistem şöyle işliyor:

Diyelim ki borç almak istiyorsunuz. Prosper.Com’a girip talebinizi belirtiyorsunuz. Prosper.Com geçmiş kredibilite göstergelerinize göre önce size bir “rating” veriyor, daha sonra da kredi talebinizi ihaleye çıkarıyor.

Kredi vermek isteyen insanlar tıpkı “eBay.com”, ya da bizdeki “gittigidiyor.com” örneklerinde olduğu gibi açık artırmaya (daha doğrusu açık eksiltmeye) girerek size kredi satmaya çalışıyorlar. Tabii bu sırada kredi ratinginizi kontrol edip, faiz oranınızı ona göre belirlemek şansları da var. Siz ise size verilen en uygun tekliften kredinizi kullanıyorsunuz.

Sistem kredi kullananlar açısından çok avantajlı, çünkü hem faizler banka kredilerinden daha düşük oluyor, hem de bürokrasi daha az. Kredi kullandıranlar da durumdan hoşnutlar tabii çünkü banka mevduatından çok daha yüksek getirili yatırım yapmış oluyorlar. Prosper.Com ise aracılıktan kazanacağı komisyonlara güveniyor...

No-middle-man, yani aracısız, tüketicinin doğrudan üreticiyle buluşabildiği iş modellerinden pek çok razar radikal değişimlere uğradı. Şimdi sıra finans pazarına doğru geliyor gibi.

İnnovasyon Sorusu: Sizin pazarınızda aracıları ortadan kaldıracak bir iş modeli yaratmak mümkün mü?

Bol innovasyonlu günler diliyorum...

Cuma, Mart 03, 2006


DENEYİM (Dizini Döven Tekstilciler)

Bu aralar hem tekstil, hem de hazır giyim sektörü pek bir karışık.

İhracatçısı, fasoncusu, markalısı, markasızı, kumaşçısı, hazır giyimcisi hepsi Ankara’nın yollarını aşındırmalardalar. Ve de hepsinin ortak mesajları ise şu minvallerde geziniyor. “Öldük, bittik, yandık, tükendik, aman devlet baba bize bir çare!..

Beklenen çare de malum: Faizler, kurlar, kdv’ler, işçilik giderleri gibi sevimsiz konulara devlet babanın şöyle bir el atması...

Mesele aklıma takılmış olacak ki, geçenlerde Türkiye’deki başka eğitim şirketleri yöneticilerinin de katıldığı bir toplantıda meslekdaşlarıma şöyle bir soru sordum: “Tekstil şirketlerine verdiğiniz eğitim hizmetlerinin toplam cironuz içerisindeki payı nedir?”

Herkes önce boş gözlerle birbirine baktı, sonra da hafızalarının derinliklerini yoklayan garip yüz ifadelerine büründü...

Tahmin edeceğiniz gibi cevaplar “Yüzde sıfır”lar civarında geziniyordu... Ender olarak alınan eğitimler de genellikle “Satış Becerileri” başlığı altında toplanabilir.

Yani tekstilciler elemanlarına neredeyse hiç eğitim yatırımı yapmıyorlar!..

O halde şimdiki sorum da tekstilci kardeşlerime: “Peki eğitimsiz elemanların yeni fikirler geliştirmesini nasıl sağlayacaksınız?.. Çin ve Hindistan belaları ile uğraşma için “innovasyon”a bu kadar muhtaçken elemanlarınızın düşünme kapasitelerine beş kuruş yapmazsanız bunu nasıl başaracaksınız?.. Zaten bir “eski ekonomi” sektörü olan tekstildeki kurtuluşu nereden bulacaksınız?..”

Kanımca tekstil firmalarının değerli yöneticilerinin ajandalarını şöyle bir yeniden düzenleyip elemanlarıyla birlikte “innovasyon” çalışmalarına, Ankara’ya yapılan ziyaretlerden daha fazla vakit harcamalarının çoktan vakti geldi de geçiyor...

Unutmayın, zaman zaman innovatif kaslarınızı geliştirme zamanı...

Salı, Şubat 28, 2006



ŞAHANE FİKİR (Peki Ya Suda Dergi Satmak?)

Hazır sudan başlamışken aynen devam edelim.

www.farketing.com sitesinde rastladığım bu fikir bence daha da şahane...

Bildiğimiz klasik dergilerin pabucu dama atılıyor çünkü Avustralya’lı Joanna Wojatik bundan iki yıl önce üniversitede öğrenciyken yepyeni bir fikir geliştirdi.

Fikir aslında yine çok basit. Çok küçük dergiler hazırlayıp (A7 -74 x 105 mm), bunları su ve meşrubat şişelerinin üzerine yapıştırarak dağıtmak.

Fikrin ilk uygulayıcısı Avustralya’lı bir kadın dergisi olmuş: “iLove”. iLove su şişelerinin üzerinde dağıtılacak. Derginin iLove’n daha önce hiç bir derginin ulaşamadığı satış rakamlarına ulaşacağı tahmin ediliyor.

İncelediğim kaynaklar bu yeni dergi çeşidinin basın endüstrisinde bir devrim yaratacağını iddia ediyorlar. iLove reklamverenlerin de ilgisine epeyce mahsar olmuş. Herkes bu yepyeni medyanın peşinde koşuyor gibi.

Fikrin patentini satın alan grup daha sonra çocuklara ve erkeklere yönelik şişeye yapıştırılan dergiler de yayımlanacakmış.

Ne diyelim? Elalem sudan işlerden bayağı iyi para kazanacakmış gbi gözüküyor...



ŞAHANE FİKİR (Suya Reklam Almak?)

Herhalde “su” olabilecek en emtialaşmış üründür. Fiyat dışında hiç bir rekabet unsuru olmayan, markalaşmanın ve fark hissettirmenin en güç olduğu ürünlerden birisi...

Peki ya sattığınız su şişelerinin üzerine reklam alarak ve de hem cooleri, hem de suyu bedavaya, evet yanlış okumadınız, bedavaya vererek para kazanmaya ne dersiniz?

ABD’li AquaCell firmasının şahane fikri su coolerlarını mağazalarda birer billboard’a dönüştürmek olmuş.

Sistemin işleyişi çok basit aslında.

Diyelim ki bir mağaza sahibisiniz. AquaCell su coolerını bedava kullanımınıza veriyor. Tek koşulu dispanserin üzerine reklam almasına izin vermeniz. Böylece hem size mağazada müşterilerinize bedavaya soğuk su vermiş oluyorsunuz, hem AquaCell müşterilerinizin en memnun olduğu anlarda onları reklamları ile buluşturuyor.

“Su cooler bilboardları”ndaki reklamların, ürün satışlarına etkisi de bir hayli yüksek olmuş bu arada. Şirket yetkilileri “Dove” markalı ürünlerde yapılan testelerde %32’ye yakın satış artışı gözlemlemişler.

Şu anda ABD’de 1300 su dispenseri billboard bulunuyor. Rakamların önümüzdeki yıllarda hızla artması bekleniyor.

Pazartesi, Şubat 27, 2006




KASLARIMIZI GÜÇLENDİRELİM (Henry Ford : “Eğer müşterilerime ne dilediklerini sorsaydım, daha hızlı bir at isterledi”)

Bize hep müşterilerimizi iyi dinlememiz öğütlendi... Hep dinleme becerilerimizi geliştirmemiz gerektiği vurgulandı... Müşteri ihtiyaçlarını tam olarak anlamanın önemi övüle övüle bitirilemedi...

Peki sizce Walkman devasa müzik setlerinin fanatik müşterilerinin isteklerinden yola çıkılarak mı tasarlandı?.. (Ya da i-pod?..)

Sorsanız insanlar Google’da arama yapmanın bir gün hayatlarının vazgeçilmez bir parçasını olacağını söylerler miydi bundan çok değil 4-5 yıl öncesinde?.. (Bir hafta Google’a girmediğiniz oldu mu son bir yıldır?..)

Strarbucks’dan frappucino içmenin güne başlamak için en iyi yol olacağını biliyor muydu tüketiciler, farkındalar mıydı böyle bir ihtiyacın? (Sanki Frapuccino ne demek biliyorlar mıydı?..)

Sanırım şu müşterileri dinleme işini biraz fazla abarttık...

Abartıyoruz...

Müşterilerimiz gelecekle ilgili hayaller kuramazlar...

Tanımadıkları ürünleri isteyemezler...

Farkında olmadıkları ihtiyaçlarını anlatamazlar...

Bilmedikleri teknolojileri arzulayamazlar...

Evet müşterilerimizi dinlemek de innovasyonun bir parçasıdır. En azından bazen... Ama lütfen abartmayalım!

Bazen müşterileri dinlememek de innovasyona iyi gelir. Hatta daha bile iyi gelir... Önümüzdeki günlerde size bazı örneklerini anlatacağım.

Şimdilik Henry Ford’un sözleri kulağınıza küpe olsun :: “Eğer müşterilerime ne dilediklerini sorsaydım, daha hızlı bir at isterledi”

ŞAHANE FİKİR (Kim demiş Almanlar yaratıcı olmaz diye?)

Size Almanya’daki bir kafe zincirinin, ülkenin tamamında bir yılda satılan teleskop miktarından daha fazlasını sadece bir hafta içerisinde sattı desem tepkiniz ne olur?

Starbucks’un kahveye ve kafe işletmeciliğine getirdiği yenilikler malum. Peki ya teleskop gibi akla gelmeyecek bir ürünün satışında bu sıradışı rakkamı yakalayan Alman kafe zinciri Tchibo’ya ne demeli?

Tchibo, kafe konseptini kahve içilip tatlı sohbetlerin yapıldığı bir mekan olmanın çok ötesine taşıyor. Her hafta satışa sunulan TCM marka özel temalı ürünleriyle tüketicinin mutlaka dükkanlara uğranması sağlanıyor. Üstelik bu ürünlerin kahveyle de hiç ilgisi yok.

Tchibo satınalmacıları dünyadaki trendleri takip ediyor ve tüketicinin nelere talep gösterebileceğini tahmin ediyorlar. Sonuçta ütüden, bisiklete, spor malzemelerinden, iç çamaşırına, tabak-çanaktan, mp3 çalarlara kadar her çeşitten ürün kafelerde sadece bir hafta için satışa çıkıyor.

Ürünlerin fiyatları çok iyi ve tasarımları çok çarpıcı/çekici oluyor. Üstelik hepsinde Tchibo garantisi geçerli. Böylece Tchibo hem mağazalarını müşteriler açısından heyecanlı “haftalık deneyim noktaları” haline getiriyor, hem de kafecilikle mağazacılığı bir arada yaparak kendi mavi okyanusunu yaratıyor.

4 milyar Euro’ya yaklaşan cirosuyla hiç de fena bir performans göstermiyor Tchibo.

Pazar, Şubat 26, 2006


KASLARIMIZI GÜÇLENDİRELİM: BİLL GATES'in YILLIK INNOVASYON RİTÜELİ

Dünyanın en innovatif firmalarından birisi olan Microsoft’un kurucusu Bill Gates’in “yıllık innovasyon ritüeli”, liderlerin yenilikçiliği kurumların temel gündemi haline nasıl dönüştürebilecekleri konusunda muhteşem bir örnek.

Gates her yılın belirli bir döneminde San Juan Adalarındaki gözlerden ırak sığınağına çekiliyor ve burada harcadığı zaman boyunca kendisini tamamen Microsoft için bir sonraki “innovasyon”un ne olabileceğine odaklıyor.

Multi-milyarder iş adamı bu kısa inzivası sırasında Microsoft çalışanlarından maille gelecek her türlü yeni ürün veya hizmet fikrine tamamen açık. Hatta Gates çalışanlardan gelecek tüm innovasyon önerilerini bizzat inceleyeceğine garanti veriyor. Gelen önerilerden başarı şansı yüksek olanlar daha sonra Microsoft’un geliştirme programına alınıyor...

Bugün 300 Milyar dolarlık değere ulaşan Microsoft’un başarısında, kurucusunun innovasyona bu kadar net bir öncelik tanımasının etkisi bence tartışılmaz.

Darısı Türk iş adamlarının ve liderlerinin başına.

Cuma, Şubat 24, 2006


ŞAHANE FİKİR (Şık Tutumlulardan Para Kazanmanın Yolları-1)

Düşük gelirli müşteri segmentlerinde innovatif iş modelleri ile para kazanma trendi konusunda yazmaya devam edeceğim. Yalnız bu kez hedef kitlemiz fakirler değil. Nispeten daha yüksek gelir gruplarına dahil ancak lükse para harcamaya imkanları ya da cömertlikleri (!) izin vermeyen tüketiciler...

Hedef kitlemizdeki insanlar akıllı alışverişin peşindeler. Alımlarında anlamsız paralar ödemek istemiyorlar. Öte yandan bir miktar da olsa şıklığı talep ediyorlar. Onlara göre herşeyin bir tarzı olmalı, ama yine de tutumluktan vazgeçilmemeli. İzninizle onlara “şık-tutumlular” diyeceğim.

Şık-tutumluların en çok keyif aldıkları konulardan birisi seyahat. Ancak gittikleri yerlerde lüks otellere avuç dolusu para savurmayı hiç istemiyorlar. Yine de otelin her türlü konfora sahip olması onlar için olmazsa olmaz.
Şık-tutumluların bu taleplerine en iyi cevap veren otellerden birisi yakında Londra Heathrow ve Gatwick havaalanları ile Londra şehir merkezinde hizmete girecek olan Yotel.
Kendisini “Dünyanın En Radikal Oteli” olarak tanıtan Yotel’in temel özelliği son derece lüks elementleri bir hayli makul fiyatlarla birleştirmiş olması. Konseptin yaratıcısı olan Simon Woodroffe ilhamını British Airways’in dillere destan First Class koltuklarından ve Japonya’da bir hayli yaygın olan “kapsül otel” konseptinden almış. (“Kapsül Otel” adından da anlaşılacağı gibi size bir odanın değil de, sadece için de uyuyabileceğiniz birer kapsülün sunulduğu Japonya’ya has değişik bir otelcilik anlayışı.)
Yotel’de endüstri standardlarına göre çok küçük odalar(sadece 10 metrekare), uçak kabin tasarımlarında uzmanlaşmış mimarlar tarafından inanılmaz şık mekanlar haline getirilmiş. Üstelik bu minik odaların donanımı beş yıldızlı otellere taş çıkartacak nitelikte: Teknolojik duvar (i-pod veya el bilgisayarınızı takabileceğiniz soketlerle donatılmış), düz ekran televizyon ve surround sistem ses düzeni, bedava kablosuz internet, indirilebilir DVD ve müzik CD’leri, klima, çok lüks banyo ekipmanları (yağmur etkili duş gibi) ve yatak, otomatik check in/out ve internet üzerinden rezervasyon bunlardan bazıları.

Öte yandan otelin oda fiyatları sunduğu imkanlara göre son derece makul. Standard odaların geceliği 40£, premium odaların fiyatı ise 70£ olarak belirlenmiş. Sadece 4 saatlik bir istirahate ihtiyacınız varsa fiyat 25£’a kadar iniyor. Londra’da konaklayan okuyucularım Yotel’in imkanlarını sunan bir otel için bu fiyatların bir hayli çekici olduğu konusunda sanırım bana katılacaklardır.

Peki Yotel hem lüks, hem de hesaplı olmayı nasıl başarıyor? Tabii ki bir dizi innovasyonla...

Bunlardan en önemlisi otel odalarının “İçeriye Bakan Tek Taraflı Pencereleri”. Normal bir otel odasındaki doğrudan sokağa bakan pencerenin yerine, otelin koridorlarına bakan pencereler var. Otelin koridorları ise çok iyi ışıklandırma ve şık dekorasyonla birer “caddeye” dönüştürülmüş durumda.

Bu temel innovasyon sayesinde çok dar ön cephesi olan binalar, hatta yeraltındaki tamamen penceresiz ortamlar bile birer Yotel’e dönüştürülebiliyor.Yotel’in iddiası konvansiyonel otellerin sığamayacağı kadar küçük binalarda hizmet verebileceği şeklinde. Özellikle şehir merkezlerini ve havaalanlarını hedefleyen Yotel, bu innovasyonu sayesinde çok daha düşük maliyetli binalarda ve normalde bir otel olarak düşünülmesi bile imkansız mekanlarda tesisler açabilecek bir formata sahip. Görünen o ki, Yotel tipik bir otel zincirinden çok daha hızlı büyüme potansiyeli gösteriyor.

Yotel’in ikinci büyük innovasyonu ise 10 metrekarelik odaların küçüklüklerine rağmen konforlu, modern ve yüksek donanımlı olması. Bu sayede hem yatırım, hem de işletme maliyetleri önemli oranda düşürülmüş.

Odaların tasarımını Priestman Goode yapmış. Daha önce Airbus uçaklarının iç mekanlarının tasarımında da yer alan Goode, bu çalışmalar sırasında edindiği “dar mekanda konfor yaratma” becerisini Yotel’in oda tasarımlarına taşımış. Katlanabilir masalar ve yataklar, duvarların raflar olarak aktif kullanımı gibi birbirini tamamlayan innovatif fikirler birleştirilerek Yotel’in küçük ama lüks odaları ortaya çıkarılmış.

Havalanlarının içerisinde yer alan Yotel odalarının sadece 4 saat için bile tutulabilmesi de son derece innovatif bir fikir. Bu sayede uçaklarında gecikme olan veya aktarma dolayısıyla havaalanında beklemek zorunda kalan yolcuların Yotel’de konaklaması mümkün kılınmış. Sabah çok erken uçuşları kullanacak yolcuların da akşamdan havalanına gelip Yotel’de bir kaç saat ekstradan uyuyabilmesi hedeflenmiş. Doğrudan Yotel odalarından online check-in yapma imkanı, bu yolcuların güne sakin ve dinlenmiş bir şekilde başlamalarını da sağlayacak.

Kanımca Yotel konsepti İstanbul gibi arazi fiyatlarının çok yüksek olduğu ve mevcut bina envanterinin otelciliğe pek de uygun olmadığı şehirler için biçilmiş kaftan. Zaten franchise modeli ile büyümeyi planlayan Yotel, web sayfasında (http://www.yotel.com/) bu konunun üzerinde duruyor. İlk bakışta pek de uygun gözükmeyen pek çok binanın kolaylıkla Yotel konseptine dönüştürülebileceği özellikle vurgulanıyor. Kısacası innovatif bir bakış açısı İstanbul ve diğer şehirlerimizde otelciliğe yepyeni bir soluk getirebilir gibi gözüküyor.

Hesaplı ama şık oteller konusunda bir başka ilginç örnek ise Hindistan’dan. Hindistan’ın en büyük yatırım gruplarından olan Tata bu alana da el atmış durumda. Grup, “indiOne” adını verdiği yeni otellerinin konseptini “Smart Basics” olarak tanımlıyor. Herhalde bu deyimi Türkçe’ye çevirmeye kalksak akılcı, hesaplı, sade ve kullanışlı gibi kelimelerin bir kombinasyonunu oluşturmamız gerekirdi.

indiOne’lar pek çok yönleriyle Yotel’lere benziyorlar. Odaları küçük ama lüks. Kablosuz internetten, düz ekran TV’ye kadar pek çok özellik bunlarda da mevcut. Öte yandan ortak kullanım alanlarının sunduğu imkanlar Yotel’lere göre bir nebze daha gelişkin: Sadece en temel aletlerden oluşan bir mini spor merkezi, dijital kasaların olduğu tam güvenli bir oda, ATM cihazları, yiyecek ihtiyacınızı karşılayabileceğiniz otomat makinaları gibi...

Tata, akılcı, hesaplı, sade ve kullanışlı bir otelcilik anlayışı olarak tanımlıyor indiOne’ları. İlk otel Bangolere’da açılmış durumda. Tata bir yıl içerisinde 12-14, önümüzdeki beş yıl içerisinde ise 150 civarında indiOne oteli açmayı düşünüyor çünkü elindeki konseptin Dünya’nın her yerinde iş yapabileceğine inanıyor. Yakında İstanbul’da da indiOne otelleri görürseniz hiç şaşırmayın derim ben.

Yotel ve indiOne’n ortak yönleri düşük maliyetli yatırımlar gerektirmeleri. Ayrıca basit iş modelleri sayesinde tekrarlanabilirlik özellikleri var. Yani çok sayıda oteli aynı anda açma ve işletme becerisine sahipler. Bu sayede çok hızlı büyümeyi ve globalleşmeyi hedefliyorlar.

Tutumlu-şık müşteriler açısından bakıldığında ise diğer otel formatlarına göre son derece önemli avantajlar sunuyorlar. Yani hedefledikleri müşterilerin gözünde vazgeçilmez birer konaklama mekanı olmak konusunda bir hayli iddialılar, çünkü eşleri benzerleri yok. Benzer özelliklere sahip lüks oteller çok pahallı. Daha hesaplı otellerin sunduğu imkanlar kısıtlı. Kısacası Yotel ve indiOne tam doğru yerde duruyor gibi gözüküyorlar.
Bu innovatif iş modellerinin Türk turizmcilerine de ilham vermesini diliyorum.

Perşembe, Şubat 23, 2006


KASLARIMIZI GÜÇLENDİRELİM: Müşterilere Birlikte İnnovasyon Yapmak

İnnovasyonun odak noktası müşterilerdir (iç ya da dış müşteriler olabilir).

Başarılı yenilikçiler müşterilerinin derin ihtiyaçlarını ve sorunlarını anlamak konusunda ciddi, samimi ve fena halde gayretlidirler. Oysa çoğumuz müşterilerimize sadece istatistiki değerler olarak bakarız.

Müşterilerinizin ihtiyaçları ve sorunlarıyla şirketinizin stratejilerinin kesiştiği nokta, müşterileriniz için yaratılacak yeni değerin bulunacağı alan olacaktır.

Müşteriler için değer yaratmayan fikirler çok yaratıcı da olsalar innovasyon değillerdir. İç ve dış müşterilerin ihtiyaçları ve sorunları innovasyonun pusulası olmalıdır.

Değer müşteri tarafından belirlenir. İnnovasyon müşterilerinizle birlikte gerçekleştirilen “katılımcı” bir süreçtir. Amacı müşterilerinizle birlikte sinerjik bir çalışmayla onlara beklentilerinin de üzerinde değer katmaktır.

İşte size bu konuda kaslarınızı güçlendirmeniz için bazı basit yöntemler:

Müşterilerinizi gözlemlemek için pratik teknikler belirleyin, onların yerine geçin, deneyimlerini siz de yaşayın.
Müşterilerinizle ihtiyaçlarını ve sorunlarını konuşmak için platformlar tasarlayın.
Müşterilerinizin en azından bir kısmını şahsen tanıyın ve güçlü ilişkiler kurun.
Yöneticilerinize ve çalışanlarınıza şirketinizin stratejilerini ve onların bu strateji içerisindeki rollerini anlatın.
Yukarıda söylenenlerin hepsini iç müşterileriniz için de yapın.

İnnovatif günler diliyorum size...

Kaslarımızı Güçlendirelim: Uyanın!!!



İnnovasyon temelde "daha önce yapılmamış"ların ve "hiç denenmemiş"lerin arayışıdır...

Bu nedenle gerçek yenilikçiler kaşiflere benzerler, daha önce keşfedilmemiş yerlere gidererek yeniliklerin peşinden koşarlar. Yapılmamışı yapmayı, denenmemişi zorlamayı isterler...

Oysa günlük hayatlarımız bizi yeniliklerden uzak durmaya yönlendirir...

Garantili, denenmiş ve başarısı (bu vasat bir başarı olsa da) ispatlanmış yöntemleri tekrar tekrar uygulamaya...

Ancak bunu değiştirebiliriz...

Yenilikçilik öncelikle Dünya'yı daha iyi anlamayı gerektirir...

Bizim dışımızdaki insanlar neler yapıyorlar? Dünya'nın başka yerlerinde neler olup bitiyor? Yeni doğrular neler? Kimler neleri sorguluyor? Tüm bunları görmek ve öğrenmek ufkumuzu açar, bakış açımızı genişletir.

İşte size bu konularda bazı basit öneriler.

Bunları düzenli olarak uygulayın ve birer alışkanlık haline getirin. Önce bakış açınız genişlemeye, daha sonra da aklınıza parlak fikirler gelmeye başlayacak. Ve garanti ediyorum ki adım adım innovatif yönünüzün nasıl gelişmeye başladığına kendiniz bile inanamayacaksınız...


Sokaklara çıkın. Unutmayın İstanbul Dünya'nın en ilham verici şehirlerinden birisi.
Alışılageldiğiniz gazete ve dergilerden farklılılarını okuyun. Zaman zaman sizi sinirlendirseler bile farklı bakış açılarını görmek zenginleştiricidir.
Farklı perspektiflere ve geçmişlere sahip insanlarla görüşün. Bir kaç tane uçuk kaçık arkadaşınız olsun. Hep size benzeyenlerden ilham alamazsınız ki.
Size hiç tanıdık olmayan konularda konferanslara katılın. Fikrin nerede geleceği belli olmaz.
Yeni şehirlere ve ülkelere seyahat edin. Dünya büyük. Çeşitlilik sonsuz.
Springwise.com ve trendwatching.com gibi ufuk açıcı internet sayfalarını sürekli olarak tarayın.

Hepinize innovatif günler...


ŞAHANE FİKİR (Turkishtime dergisi Mart sayısında yayımlanacak yazım)

Merhaba,

Verdiğim innovasyon eğitimlerinde, çalışanlarda “iş yaratıcılığını” arttırmanın en etkin yönteminin, onları çok sayıda yaratıcı, çarpıcı ve sıradışı iş fikirleri ile tanıştırmak olduğunu gözlemliyorum. İlginç örnekler çoğaltıldıkça, kişilerin ufukları zenginleşiyor ve yaratıcılıkları güçleniyor.

Turkishtime’dan gelen teklif bu nedenle beni çok heyecanlandırdı. Bu aydan itibaren bana ayrılan köşemden sizlerin yaratıcılığını besleyeceğine inandığım global trendleri ve yaratıcı iş fikirlerini sunacağım. Umarım vereceğim örnekler sizlere ilham verir ve innovatif fikirler geliştirmenize yardımcı olur.

Bu ay ele almak istediğim trend, şirketlerin bakışlarını “daha düşük gelirli” pazar segmentlerine doğru çevirmeleri. Dünya’da ve Türkiye’deki gelir dağılımı dengesizlikleri düşünüldüğünde bu trendin arkasındaki rasyonel de ortaya çıkıyor; nüfusun ezici çoğunluğu düşük gelir segmentlerinde yer alıyor.

ABD’deki çeşitli sektörlerde bu trendin etkileri net olarak görülebiliyor. Düşük fiyatlı havayolu taşımacılığında innovasyonlarıyla devrim yapan ünlü Southwest Airlines’in pazar payı 1994’te %3,2 iken, 2004’te %12,9’a tırmanmış. Yine aynı dönemde, doğrudan satış alanında yaptığı inanılmaz süreç innovasyonlarıyla tüketicilere tam istedikleri bilgisayarları, evlerinde, üstelik de rakiplerinden daha hesaplı fiyatlarla teslim etmeyi başaran Dell’in pazar payı %3,3’ten, %16,5’e yükselmiş.

Ülkemizde de düşük gelirli segmentlerin önemi gittikçe artıyor. Trendi ilk görenlerden birisi, bugün 1.200 mağazaya ulaşan ve yıllık cirosu 1 Milyar Doları aşan BİM. Gecekondu bölgelerinde mağaza açmaktan, kolilerde ürün satmaya, sadece iki personelin çalıştığı dükkanlardan, sunduğu ürün çeşitliliğini kısıtlamaya kadar pek çok alanda innovasyonlar yapan BİM, gıda gibi son derece rekabetçi bir sektörde başarısını ispatlamış gözüküyor.

Hindistan’da da düşük gelir segmentleri popüler. Unilever bu ülkede Sunsilk ve Lux markalı şampuanlarını tek kullanımlık küçük paketlerde 2-4 sente satıyor ve çok da başarılı oluyor; tek kullanımlık poşetlerin toplam Hindistan şampuan pazarının adetsel olarak %95’ini oluşturduğu sanılıyor.

Küçük paketlerde ürün satarak düşük gelir segmentlerinde başarıya ulaşmak konusunda Türkiye’den iyi bir örnek ise süttozu, şeker ve kahvenin ideal karışımıyla yaratılan “Nescafe Üçü Bir Arada” poşetçikleri. Bunlar hem ekonomik bir fiyatla geniş kitleleri Nescafe markasıyla tanıştırıyor, hem de Türk tüketicisinin damak zevkine uygun bir karışımla beğeniyi arttırıyor.

Düşük gelirli insanlara sadece “temel ihtiyaç ürünlerini” ucuza satarak yeni pazar fırsatları yaratırsınız diye bir kural da yok. Ahmet Altan ve Alkım Kitapevi’nin “İçimizde Bir Yer” isimli kitaptaki başarıları, kültür ürünlerinde de innovatif düşüncenin işe yarayacağını gösteriyor. 2.950 YTL’lik çok çarpıcı fiyatıyla bu eser sadece kitapçılarda değil, süpermarketlerde ve gazetecilerde de satışa sunularak büyük etki yarattı. Fiyatlandırmasından, tanıtımına, dağıtım kanalından, fiziksel özelliklerine kadar pek çok konuda innovasyonlar getiren kitap, satış rekorları kırdı.

Whirpool markasının Brezilya’da sattığı çamaşır makinaları ise tüm ev aletleri üreticilerine ilham verir nitelikte. 150-200 ABD Dolar etiketli bu makinaların yıkama kapasiteleri normal makinaların yarısı civarında, çünkü düşük gelir segmentindeki Brezilya’lılar az sayıdaki kıyafetlerini çok sık yıkamak zorundalar. Makinaların akrilikten yapılan şeffaf kapakları ise bu kitlenin çamaşırı yıkanırken görmek istemesi nedeniyle tasarlanmış. Hem cama göre daha hesaplı, hem de tüketicinin isteklerine uygun bir çözüm. Kısacası innovatif...

Belki sizi şaşırtacak ama, düşük gelir segmentleri Karl Lagerfeld gibi ünlü modacıların da ilgisini çekiyor. Normalde en üst gelir segmentlerini hedefleyen Lagerfeld, 2004 yılında H&M gibi düşük-fiyat konusunda uzmanlaşmış bir giyim mağazası ile anlaşarak özel bir kolleksiyon yarattı: “Karl Lagerfeld for H&M”. Amaç markanın etkisini daha geniş bir müşteri kitlesine sunabilmek.

Gördüğünüz gibi düşük gelirli müşteri segmentleri şirketlere son derece önemli fırsatlar sunabiliyorlar. Yeter ki siz yaratıcı olun ve temeli “innovasyon”a dayanan iş modelleri yaratabilin.

Merhabalar,

Bu blogu okuduğunuza göre büyük ihtimalle benden inovasyon konusunda daha önce eğitim almış durumdasınız.

Eğer eğitim sırasında konu ilginizi çektiyse ve inovasyon meselesinin daha derinlerine inerek, bu konuda becerilerinizi daha da geliştirmek istiyorsanız blogumu seveceğinizi tahmin ediyorum.

Yazılarım temelde şu başlıklar altında olacak;

ŞAHANE FİKİR: Türkiye'den ve Dünya'dan başarılı inovasyon örnekleri ve bunların Türkiye'de nasıl uygulanabileceği konusunda naçizane fikirlerim.

KASLARIMIZI GÜÇLENDİRELİM: Birey olarak inovasyon becerilerimizi geliştirmek, yani "inovatif kaslarımızı" güçlendirmek konusunda işe yarar ipuçları.

DENEYİM: İnovasyon konusunda eğitimlerim ve danışmanlık hizmetlerim sırasında yaşadığım enterasan deneyimler (komik de olabilirler tabii) ve bunlardan çıkardığım dersler.

Hepinize keyifli okumalar ve "inovatif" günler diliyorum.